İş sözleşmesi sınırlanan kişiler kimlerdir ?

Yurdaer

Global Mod
Global Mod
İş Sözleşmesiyle Sınırlanan Kişiler: Hayatın İçinden Bir Hikâye ve Gerçekler

Bir gün ofiste kahve molasında arkadaşım Ayşe, yüzünde hafif bir tebessümle “Ya, biz aslında sözleşmeyle ne kadar bağlıyız, hiç düşündün mü?” diye sordu. O an, bu sorunun sadece bir işyeri meselesi değil, hayatın içinden bir tartışma konusu olduğunu fark ettim. Çünkü iş sözleşmesi, yalnızca kâğıt üzerinde imzalanan bir belge değil; emek, güven ve karşılıklı sorumlulukların sembolü. Ama herkes için bu sözleşme aynı şekilde işlemez. İşte tam burada devreye “iş sözleşmesiyle sınırlanan kişiler” kavramı giriyor.

Kavramın Kalbine Yolculuk: Kimler İş Sözleşmesiyle Sınırlanır?

İş sözleşmesi, bir işçinin, bir işverenin emir ve talimatları altında çalışmasını düzenler. Ancak her çalışan bu kapsama girmez. Türk İş Hukuku’na göre, iş sözleşmesiyle sınırlanan kişiler, “işçi” statüsündeki bireylerdir. Bu kişiler, işverene bağlı, ücret karşılığında çalışanlardır. Örneğin; bir tekstil fabrikasında makine başında çalışan kadın işçi, bir çağrı merkezinde vardiya yapan genç, ya da bir temizlik şirketinde görevli personel… hepsi iş sözleşmesiyle sınırlıdır.

Ama işte işin çetrefilli kısmı burada başlar. Her emek veren “işçi” sayılmaz. Bağımsız çalışan doktor, avukat, serbest gazeteci ya da kendi işini yürüten mimar… onlar da emek verir, ancak kendi işlerini yürüttükleri için “iş sözleşmesiyle sınırlı” değildirler. Onlar “eser sözleşmesi” veya “vekâlet sözleşmesi” çerçevesinde hareket ederler.

Veriler Ne Diyor?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 verilerine göre, istihdam edilen 32 milyon kişinin yaklaşık %63’ü iş sözleşmesi kapsamında çalışıyor. Bu grubun %45’i erkek, %18’i kadınlardan oluşuyor. Ancak bu oran sektör bazında ciddi farklılıklar gösteriyor. Örneğin, sağlık sektöründe kadın çalışanların %78’i iş sözleşmesiyle sınırlıyken, inşaat sektöründe bu oran yalnızca %5. Bu fark, yalnızca istatistiksel değil; toplumsal rollerin iş hayatındaki yansımalarını da gözler önüne seriyor.

Erkeklerin Pratik ve Sonuç Odaklı Tutumu

Ahmet, 15 yıldır bir inşaat firmasında saha sorumlusu olarak çalışıyor. Onun için iş sözleşmesi, güvence kadar bir sınır da demek. “Benim için sözleşme, işin bitiş tarihi gibidir. Ne kadar ne yapacağım belli, fazlası değil,” diyor. Erkek çalışanların çoğu, özellikle fiziksel emek yoğun sektörlerde, iş sözleşmesini net kuralların olduğu bir çerçeve olarak görüyor. Onlar için önemli olan, sonuçtur: alınan maaş, biten proje, kazandıkları deneyim.

Bu yaklaşım, pratik düşüncenin bir yansıması. Erkekler, genellikle “sözleşmenin bana ne kazandıracağına” odaklanıyor. Ancak bu yaklaşım, bazen esnekliğin ve duygusal bağlılığın önüne geçiyor. Çünkü her şeyin yazılı olduğu bir dünyada, insani ilişkilerin sıcaklığı kaybolabiliyor.

Kadınların Duygusal ve Topluluk Odaklı Bakışı

Diğer yanda, Ayşe gibi birçok kadın çalışan için iş sözleşmesi yalnızca bir hukuki belge değil, aynı zamanda bir aidiyet duygusunun teminatı. “Sözleşmem, beni koruyor gibi hissediyorum,” diyor Ayşe. Kadınlar, özellikle hizmet ve eğitim sektörlerinde, sözleşmeyi bir güven unsuru olarak görüyorlar. Çünkü iş güvencesi, kadınlar için sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir dayanak noktası.

Kadınların topluluk odaklı yaklaşımı, onları işyerinde dayanışma içinde olmaya yönlendiriyor. Örneğin, bir bankada çalışan Selin, kadın meslektaşlarının izin haklarını ya da fazla mesai durumlarını birlikte takip ettiklerini anlatıyor. Bu, sözleşmenin sadece bireysel değil, kolektif bir anlam kazandığını gösteriyor.

Sözleşmenin Görünmeyen Yüzü: Güvenceden Kısıtlamaya

Bir yandan sözleşme, çalışanı korur; ancak diğer yandan özgürlüğünü sınırlayabilir. Özellikle “rekabet yasağı” maddeleri, çalışanların başka bir şirkete geçmesini engelleyebilir. Bu durum, bazı sektörlerde ciddi bir problem haline geliyor. Örneğin, bilişim sektöründe genç mühendisler, sözleşme bitmeden iş değiştirirse yüksek tazminat riskiyle karşılaşıyor. Bu da “iş güvencesi” ile “iş bağımlılığı” arasındaki ince çizgiyi ortaya koyuyor.

Sosyologların yaptığı araştırmalar, çalışanların %38’inin iş sözleşmesini “zorunlu bir formalite” olarak gördüğünü, %62’sinin ise “güvence ve düzen” olarak değerlendirdiğini gösteriyor. Bu fark, bireysel deneyimlerin, toplumsal cinsiyet rollerinin ve ekonomik koşulların birleşiminden kaynaklanıyor.

Gerçek Hayattan Bir Örnek: Sözleşmeye Sıkışan Hayaller

Bir yazılım firmasında çalışan genç bir mühendis, sözleşmesindeki “yan iş yapmama” maddesi nedeniyle YouTube kanalını kapatmak zorunda kalıyor. “Kendi bilgi birikimimi paylaşmak istedim ama sözleşme izin vermedi,” diyor. Bu örnek, modern dünyada iş sözleşmesinin sadece bir koruma aracı değil, aynı zamanda bir sınır çizgisi olduğunu acı biçimde gösteriyor.

Toplum ve İş Hayatı Arasındaki Denge

İş sözleşmesiyle sınırlanan kişiler, aslında modern ekonominin bel kemiğini oluşturuyor. Ancak mesele sadece iş değil; insana dair. Sözleşme, emeğin çerçevesini belirlerken, bazen hayalleri daraltıyor. Bu nedenle, iş hukukunun geleceği, yalnızca hakları değil, özgürlükleri de koruyacak bir denge kurmak zorunda.

Forumdaşlara Sorular:

- Sizce iş sözleşmeleri, çalışanı koruyan mı yoksa sınırlayan belgeler mi?

- Kadın ve erkeklerin sözleşmeye bakışındaki fark, toplumsal rolleri mi yoksa kişisel öncelikleri mi yansıtıyor?

- İş güvencesi uğruna özgürlüğümüzden ne kadar vazgeçmeliyiz?

- Sizin yaşadığınız veya çevrenizde gördüğünüz “sözleşme hikâyeleri” var mı?

Haydi forumdaşlar, söz sizde! Sizce bu görünmez sınırlar içinde “özgür çalışma” mümkün mü?